Blog

'Şefkat' üzerine

07 Eylül 2024

Bir annenin çocuğuyla ilgilenmesinde görürüz ilk. Sevgidir özünde var olan; koruyup kollamaktır. Merhametle birlikte ortaya çıkar; birbirlerini takip ederler. Bebeğin ilk gözünü dünyaya açmasıyla annesinden aldığıdır. Emek, zaman ve çaba ister şefkat. Sorumluluğu da beraberinde getirir. Bir olma durumundan biz olma durumuna geçirir insanları. Bir araya getirir. Elden geldiğince yardımcı olabilmektir.

Tüm bu eylemler şefkatle ilintili ve bağlantılıdır. Ancak dikkat edilmesi gereken birkaç husus var. Karşımdakini koruyup kollama uğruna onu kafese koymadığımdan nasıl emin olabilirim? Kendi korkularımı fazlasıyla yansıtmadan önce bundan nasıl emin olabilirim? Yargıların olduğu yerde şefkatten söz edilemez çünkü karşıdaki insanın veya canlının beğenilmeyip bir başka hale getirilme çabası hakimdir. Hatalar yapıldığında dahi kucaklayabilmektir karşındakini eğer o da hazırsa buna. Sınırlarına saygı duyabilmektir. “Hayır” ve “istemiyorum” kelimelerine karşı “tamam” diyebilmektir şefkat. Şefkat, sevgiyle iç içedir. Belki de sevginin en yumuşak hallerinden biridir. Kendi ihtiyaçlarımı karşılamak uğruna karşımdakini sömürmek ve bir şekil aldırmaya çalışmak ve bunu “koruma” diye nitelendirmek karşıdakine yapılabilecek en kötü eylemlerden biridir. Erich Fromm’undediği gibi asıl sevgide saygı söz konusudur. Karşımdakinin var olan haliyle kabul etme ve onun hayatındaki hallerini görüp gelişimini yargısızca ve “şefkat”le gözlemleyebilmektir. Olgunlaşmış sevgide karşındakiyle bağlantıda olma hali ve bunu şefkatle devam ettirebilme hali vardır. “Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var” halinden “sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum” haline geçiştir. İçerde doğan hissin akıtılması durumu söz konusudur. Tıpkı suyun dağlardan aşağıya akıp okyanusa kavuşması gibi veya gökyüzündeki yağmurun toprakla buluşup yeni meyveler yapması gibi. Ancak böyle bir sevgi besler, geliştirir ve insanların harmoni içinde olmasını sağlar. İşin özünde “şefkat” vardır.

Tüm bu eylemler yapılırken kendi varlığımın ne kadar bilincinde olduğum çok önemlidir. Sevme ve yardım etm euğruna kendimden ödün veriyor muyum veya elimden gelenin fazlasını yapıyor muyum diye durup düşünülmeli. Bir hata yapınca veya istediğim bir olay gerçekleşmeyince zihinde beliren genellikle negatif ortaya çıkan düşünceleri mi tercih ediyorum yoksa “elimden gelen buydu o an için” deyip kendime destek mi veriyorum? Tam tersi, istediğim olay gerçekleştiğinde kendimi tebrik eden ilk ben miyim yoksa bunu dışarıdaki insanlarda mı arıyorum? Korkularıma kulak verip kendimi hayatı yaşamaktan alıkoyuyor muyum? Ne olursa olsun içimdeki varlığı hissedebiliyor muyum? Gün içerisinde insanın durup kendini dinlemesi ve kendi sesini duyması belki de yapabileceği en güzel eylemlerden biridir. Kendi hislerine alan açmak ve insanın kendini yanında hissetmesi yapabileceği şefkat dolu anlardır.

Yogada özellikle asanalar-pozlar sırasında bunların hepsine şahitlik ederiz. Bedenimizi nefesi zorlaştırarak pozlara sokmaya çalışmak veya hırs yapıp pozlar sırasında nefessiz kaldığımız noktalar kendimize gösterdiğimiz şiddetten biridir. Pozlar sırasında tolere edilebilecek streslere sokmak yoganın temelinde yer alır ancak bunun fazlasını yapmaya çalışmak bedeni sinir sistemini kitler; öğrenim ve gelişim gerçekleşemez. Yogadaki şefkat, pozlar sırasında her nefes verişte yavaşça açılmak, o pratikte gelişimi görmeyi beklemektense pratik sonunda bedenin için ayırdığın vakte teşekkür edebilmektir; nefesin seni hayatta tuttuğunun farkına varıp şükredebilmektir. Pozlar sırasında bedenin sınırlarını fark ettikçe onlarla oynayabiliriz; onları görmezden gelip zorlayarak değil. Kendi üzerime fazla mı yükleniyorum yoksa şefkatle mi yaklaşıyorum diye sorgulamamızı sağlar asana pratikleri çünkü bir nevi hayatımızın matla buluşmasıdır yoga.

Şefkati anneden gördük, sevginin temelinde yer aldığını biliyoruz. Bizi bir araya getiren ve hayatı anlamlı kılan en önemli güçtür şefkat. Kendimizle olan ilişkide varlığını ne kadar hissedebiliyorsak bir başka insanla veya canlıyla da eşit derecede hissederiz. Hayatınızda şefkatin varlığını hissetmeniz; çoğalması dileğiyle.

Sevgiler.

Oasis Yoga Yeni Uzman 

Berkay Uygun 

'Boşluk' üzerine

01 Temmuz 2024

Boşluk konusunda birkaç gündür yazmaya çalışıyorum. 100 dakikalık bir playlist hazırladım.

Duygularımı en kendime göre ifade edebileceğim yöntem bu gibi geldiği için. İsterdim ki bir şarkı yazabilseydim, ancak henüz o noktaya gelemedim, başkalarının boşluklarından fısıldayan melodi ve sözleri parçalar halinde alıp bir akış oluşturmak sıklıkla yaptığım bir şey.

Lise yıllarından beri playlist hazırlar, yakınımdaki kişilerden benimle 3 duygu veya kavram paylaşmalarını isteyip onlara şarkılar öneririm. Eğer hoşlarına giderse veya daha fazla şarkı istediklerinde devamını getiririm. Paylaştıklarımın onların tepkilerine göre bir sonraki paylaşımımın arama/düşünme filtresini güncelleyerek iletişimi devam ettirmekten her zamankeyif aldım ve almaya da devam ediyorum. Bu paylaşımlar kimi zaman karşılıklı olur. Karşılıklı ilhamlaşmayı teşvik eder şekilde, yolda giderken sırayla ya da düzensiz bir şekilde yolculuğun arka plan müziğini birlikte tasarladığın bir serüvene dönüşür.

Bir şarkı bitmeden diğerine geçilmez, açılan şarkı değiştirilmez. Beğenilmediyse bile sonuna kadar dinlenir, içinden geçilir o parçanın akışına bırakırsın yolda duraksamadan. Bir melodi veya bir dize ansızın beklenmedik bir fikir doğurur ve bu organik playlist bu şekilde devam eder. Şarkılardaki boşluklar, sessizlikle karıştırılmamalıdır. Zihin birçok kez o boşlukları doldurmak ister. Kimi zaman ses çıkartarak, kimi zamansa görsel imajinasyon ile bulunduğum yerden soyutlar beni ve paralel notalar arasında geçişler yaşamamı sağlar.

Kalp atışım değişebilir, gözlerim dolabilir, bedenim gerilip gevşeyebilirim. Boşluklara nefes alarak ana dönerim, gözlemci kalırım ve gülümserim. Görmem gereken tek şey yoldur ama sürücü koltuğunda oturmuyorsam gözlerimi de kapatabilirim. Sadece dinleyerek metronomun. kontrolüne bırakırım kendimi, tekerleklerin dönüşünü hissetmek hareketin ve akışın içerisinde kalmamı sağlar.

Yoga hayatın her alanında ve nefeste mevcuttur. Nefes hayattır. Canlı ve cansız bir bedeni ayıran. Düzenli bir asana pratiği, tüm geçişleri ve özeniyle bir playlist gibidir benim için. İçime döndüğüm, boşlukları tanımlamama yardımcı olan, ya da yeni farkındalıklı boşluklar oluşturmama kılavuzluk eden. "Pozlardan kaçışlarını gör ve kaçışlara çözümler öner." demişti,  Yeliz Hocam. Rahat denilen alan çoğu zaman alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımız üzerine kurulmuş bir konfor alanıdır.

Sadece deneyimlediklerimi anlatabilir ve öğretebilirim. Umarım bu yazıyı okuduktan sonra. senin için bir boşluğa derin bir nefes alırsın ve verdiğin nefesle gözlerini yavaşça kapatıp; senin için rahat olan bir oturuşta, istediğin bir şarkıyı daha önce hiç deneyimlemediğin bir şekilde yaşarsın. Düşünceler zihnini meşgul ederse, aldığın nefesten daha uzun sürede nefes vererek zihnini sakinleştirmeye çalış. Meditasyon yönlendirmelerinde sıkça kullanılan bu söz en yoğun anınızda bile bir boşluk bulmanıza; kendinize dönerken hem de kendi karşınıza oturmanıza ve o boşlukta yüzmenize yardımcı olsun; benim için olduğu gibi. Namaste!

Bu yazıda bahsettiğim playlist'e buradan ulaşabilirsiniz:

https://open.spotify.com/playlist/1Mw7rfq9b6TpTVTM4WZ5Ir?si=a4c28d029ff24ad2

Oasis Temel Yoga Uzmanlık Programı öğrencisi 

Mete TUTAR 

'Boşluk' üzerine

01 Temmuz 2024

Üniversite yıllarımda okul radyosunda fikri, içeriği, akışı kendime ait  “Kavramsal” isimli bir program yapıyordum. Her hafta bir sözcük, bir kavram, belirleyip onun üzerine konuşuyordum, seçtiğim kavramla ilgili diziler, filmler, kitaplar bulup kavramın nasıl işlendiğini inceliyordum. Tabii radyo programı, aralara da yine kavramımla ilgili şarkılar ekleyip çalıyordum. Oasis Blog’da her ay bir kavram üzerine düşünüp yazılarımızı paylaşacağımızı görünce radyo programım geldi aklıma, eskilere gittim, heyecanlandım.

Bu ayki kavramımız ‘Boşluk’ muş. Belki bu kelimeyle daha önce karşılaşsaydım hakkında konuşma isteği duymayacaktım çünkü bende hem olumsuz hem de ürkütücü bir çağrışım yapıyordu. Ama bir süre önce gerçek boşlukla tanıştım, kötü veya korkacak bir şey olmadığını gördüm. Boşluğun bendeki rengi siyahtan beyaza döndü. Aslında bir süredir griydi, şimdi tarafını seçti de diyebilirim.

En başından alıyorum hikâyemi, boşluk benim için neden siyahtı? Kelimeler, cümlelerin içinde anlam kazanır, cümleler ise bağlamda var olur. Sözcükleri, içimizdekini dışarıya aktarmak için kullanırız, anlatımlarımızda sözcük seçimlerimiz çok önemlidir. Her sözcüğün dinleyenlerde uyandırdığı bir his ve yaptığı bir çağrışım vardır. Bana kalırsa bu çağrışımları içinde bulunduğumuz çevre şekillendiriyor. “Boşluk” kavramına dönelim, bu sözcüğü nerelerde kullanıyoruz bir bakalım. “Boş iş” deriz mesela, “Boş konuşma” da çok kullanılır. “Boş gezenin boş kalfası” diye bir deyim de vardır hatta. Yetiştiğim çevrede çocukluğumdan itibaren “boşluk” kötü bir şeymiş gibi yansıtıldı bana. “Boş” değersiz, işe yaramaz, verimsiz, anlamsız sözcükleriyle bağdaşmıştı kafamda, bu yüzden hep “boşluk” tan korkarak büyüdüm ben.

Gerçekten hayatımızı doluluğa mı adamalıydık? Düşündüğümüz her şey, ağzımızdan çıkan her cümle, yaptığımız her iş “dolu” mu olmak zorundaydı? “Boş” bir şey yaptığımda ya da hiçbir şey yapmayıp sadece “boş” durduğumda insanlar tarafından yargılanacak mıydım? Yıllarım bu soruların uyandırdığı panikle baş etmeye çalışarak geçti, yargılanma fikri elimi kolumu bağlar oldu. Bana herhangi bir şeyden dolayı “boş” sıfatını yakıştıracaklar diye ödüm kopuyordu. Cesaretim kırıldı, hevesim kaçtı, “Ya boşluğa düşersem” düşüncesiyle yatıp kalkmaya başladım. Sonra ne mi oldu? Düştüm. Artık çok korktuğum o boşluğun içindeydim.

O dönemde “Boşluk” anlamsızlıktan çok bilinmezliği çağrıştırmaya başladı bana, işte o griye dönüş burada oldu. Hayatı sorguladım, dikkat ederseniz hayatımı demiyorum, herkesin hayatını sorguladım. Varoluşumdan başlayıp yaşadığım dünyayı, insan ilişkilerini, değerleri, iyiyi kötüyü kısacası her şeyi tek tek anlamlandırmaya çalıştım. Okudum, düşündüm, izledim, gözlemledim, konuştum, dinledim. Hem insanları hem de kendimi dinledim. Onlar bana ne söylüyor, ben kendime ne söylüyorum karşılaştırdım. Kendimle konuşurken dışarıdaki seslerden etkilenmeyip kendime tarafsız bir yerden yaklaşmayı denedim. Tüm bu süreçte “boşluğum” sürekli renk değiştirdi, bazı günlerde yine siyaha çalarken bazı günlerde rengin açıldıkça açıldığını gördüm. Boşluğun içinde olmayı, “durmak” la eşleştirmiştim artık kafamda. Durmaksa nefes almaktı, yaşadığım hayatta “farkında” olabilmek için kendime tanıdığım bir ayrıcalıktı. İnsanlar kolay kolay durmuyor, belki de duramıyor. Yaşam maratonunda nereye olduğunu bile bilmeden, soluklanmadan sadece koşuyorlar. Aslında bir dursalar belki sakince yürümeye karar verecekler, belki yön değiştirmeye, belki de baştan başlamaya… Neden var olduğunun, ne yaptığının, nereye gittiğinin farkında olmadan yaşanan hayat gerçekten “dolu dolu” geçebilir mi? Ya doluluğa adadığın hayatın, içinde bir boşluk, seni içine çeken bir karadelik yaratıyorsa? Bir noktada durup, insanın kendine bu soruyu sorması gerektiğini düşünüyorum.

Kendimle olan iletişimimi doğru kurmaya başladıkça, kulağımı dışarıya kapatıp içime döndükçe boşluğumun da dönüşmeye başladığını gördüm. Hikâyemin başındaki o kara boşluk, tertemiz bembeyaz bir sayfa gibi hissettiriyordu artık. Korkumla yüzleşmek, onunla barışmamı sağlamıştı. Boşluğa düştüğümü sandığım o dönem bana çok şey katmıştı. Demek ki boşluk anlamsızlık veya verimsizlik değildi, kendime tanıdığım bir alandı, anlamsızı anlamlandırmak için bir fırsattı. Şimdi hayatı daha farklı görüyorum ve yorumluyorum. Tek başımıza geldik buraya, tek başımıza yaşıyoruz ve ne yaparsak kendimiz için yapıyoruz. Herkes kendinin pusulası, kılavuzu… Her insan farklı, hepimiz bambaşka hayatlar yaşıyoruz. Yalnızca bir doğru yok, bir yol yok, bir çözüm yok. “Boşluk”, içinde sınırsız ihtimal barındırıyor ve ne şanslıyız ki seçim hakkı bizim. Kendi boşluğuna doğru yolculuğa çıkan herkesin iyileştirici farkındalıklarla karşılaşması dileğiyle…

Oasis Yoga Temel Uzmanlık Programı öğrencisi   

İlke AKIN

Değer Üzerine

27 Mayıs 2024

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli yeti, konuşma yetisi. Sözcükler verilmiş elimize, anlamları sıkıştırdığımız, anlamı anlatmaya yetmeyen çok kez kere. 

O sıkışmış anlamlar bilinçaltımıza yer etmiş, tanımlanan her şey üzerinden yeniden kendimizi tanımlamaya çalışıyoruz. 

Anlam ve sözcük. 

Her ay bir sözcük, bir kelime, bir ifade seçiyoruz. Anlamını düşünüp, yaşayabilelim niyetimiz. Düşünmek de en önemli yetimiz değil mi? 

Mayıs ayına değer dedik.

Değer üzerine, düşünmeye değmez mi?

Değer sanat, estetik, ekonomi alanında bolca ele alınmış. İnanç ve etikle ilişkilendirilmiş, hatta üzerine o kadar düşünülmüş ki değerler felsefesi diye bir alan oluşmuş. 

Değer, bir nitelik kriteri mi bir nicelik mi?

Içeride bir olgu mu dışarıdan ölçülebilir bir şey mi?

Özneyle mi nesneyle mi ilgili? 

Değer ve eder/paha eş mi? 

Dünyevi bir kavram mı spiritüel bir olgu mu? 

Değeri ederi mi ölçer?

Yaşam şeklimizi, kelimelerimizi, anlamımızı belirleyen şey değerler midir yoksa, bu değerleri belirleyen şey ederin ölçüldüğü piyasa mıdır? 

Bir yoga hocası ve işletmecisi olarak, spiritüel ve dünyevi, soyut ve madde arasında denge arayışlarımda bu kavramı çok düşünürüm. 

Bir içerik hazırlarsınız, içerik içeriden gelir, hem sözcük yapısı gereği hem de ürettiğiniz şey olması itibari ile. Bana değen, benim için değer bir bilgiyi paylaşma tutkusu kaplar içeriğin içini.

Zamanını  koyarsın, emek eklersin, aklını katarsın.

Ama piyasada bunu duyurabilmeniz için  network, bir pr çalışması olmazsa olmazınızdır. Bunu yazarken bile ayıyorum kelimeler nasıl piyasa tarafından ele geçirilmiş. Network;  bağlantıyı anlatır, PR;  ilşkileri. Bunlar da içeriden gelen şeyle ilgilidir. Ancak dışarıda takipçi sayınız, sosyal medyada görünürlüğünüz bu bağ ve ilişkiyi  belirleyen ana noktalar olmuştur. İçeriğinizin niteliği değil, görünürlüğünüzün niceliğidir mühim olan. 

Buna kapıldığınız an içerik,  dışarık olmuştur artık, değer de ederle ilgilidir. İşte bu noktada değersizlik duygusu peşimizi bırakmaz. Hep dahası vardır, hep başka ‘en’ler.  Şundan dahi iyisi ya da en …. ile  başlayan reklamlar. Tutkunuzu, kıyaslama ve iddia dolu piyasa ele geçirir. İçeriği oluşturan değerleriniz artık bir kıyaslama ölçütü haline gelir.

İçeriğinizin katılımcısını piyasa belirler. 

Oysa içeriğe, içeriye odaklansanız... İçerik yayıldıkça  sınıfınız dolar taşar. O duyguyla kalbiniz büyür. Devam dersiniz içerik dışarıya taşmıştır bir kere, alamazsınız kendinizi. 

Bu bolluk bilincidir, içerde bir şey tatmindir, o öyle bir tatminliktir ki bolluğuyla gelir. Bir kere yaşadınız mı bunu hatırlarsınız, ne zaman düşseniz değersizlik duygusuna. 

‘Hala nasıl devam ediyorsun’ derler anlatamazsınız öz değerdir bu. Özünüzün değer verdiği şeydir. İşte ondan alıkoyamazsınız kendinizi. Kimi zaman ayağa kalk ve savaş der, Krishna’nın  Arjuna’ya söylediği gibi. Kimi zaman bırak zaten ne getirdin ki, kaybettin, der.  

O sese kulak verdiğinizde değerinizi ederiniz belirlemez. Siz zaten yapmak istediğinizi yapmak üzere yoldasınızdır. 

Bu inançtır, hayaldir, özgürlüktür. 

Çünkü bunları yaşamaya değer. 

Ben Yoga hocalığım üzerinden yazdım bunları. Yaşama bakışımı, yaşayışımı kurduğum değer üzerinden. Piyasayı, PR ı, sosyal medyada görünür olma çabasını yok saymıyorum. Maddi ve Manevinin bir aradalığı belki de hiç olmadığı kadar değerli, günümüzde.  Pergel gibi, bir ayağı (dışarıda olan/dünyevi/piyasa/eder/ölçülebilir) bir ayağı (içerik/öz/İlahi olan özdeğer/ölçülemez) de. Merkeze aşkınlığımızı/özdeğerimizi koyduğunuzda çizdiğimiz çember yaşamı içine alacak. Özü dahil etmediğimiz her an çizilen çemberlerin dışından değerimizi arıyor olacağız.

Sen!  Ne yapıyorsan, her neredeysen, işte, ilişkide, seçimlerinde… Değeri ederinin, ederin değerini belirlemediği bir seçim yapabilir misin?

Bu seçimler ile özgürleşmek herkes içim mümkün olabilir mi?,

Denemeye değer!

 

Bhagavad Gita'dan ilhamla

Ne olduysa hayırlısı için oldu.

Ne oluyorsa hayırlısı için oluyor.

Ne kaybettin ki, ağlıyorsun?

Ne getirdin ki, kaybettin?

Ne yarattın ki, yok oldu?

Ne aldıysan buradaydı.

Ne verdiysen buradaydı.

Sana bugün ait olan,

Dün başkasına aitti.

Yarın da başkasına ait olacak.

O zaman ne için boşuna üzülüyorsun?

 

Oasis Yoga Kurucusu 

Yeliz ALTINIŞIK